27 Aralık 2024 Cuma

Tecrübenin Paha Biçilmez Değeri

 

Küçük bir köyde yaşayan Ali çocukluğundan beri marangozluğa merak salmıştı. Babası da bir marangozdu ve Ali'ye mesleğini öğretmek için elinden geleni yapardı. Köyde herkes onun yeteneğini bilirdi. Hatta bazıları "Ali büyüyünce babasından daha iyi bir marangoz olacak" derdi.

Ali ilk marangoz tezgahını babasının atölyesinde kurduğunda çok heyecanlanmıştı. Babası ona basit işlerle başlamasını tavsiye etmiş ama o daha karmaşık işlere girişmek istiyordu. Bir gün köyün camisinin minberinin onarılması gerektiğini duyunca hemen müteahhide gidip bu işi kendisinin yapmak istediğini söyledi. Müteahhidin ilk başta şaşırmasına rağmen Ali'nin ısrarı üzerine ona bu işi vermeyi kabul etti.

Ali minberi onarmak için gece gündüz çalıştı. Babası ve köyün diğer marangozları ona yardımcı oldular. Ancak işler hiç de kolay gitmiyordu. Ahşap oymacılığı ölçülendirme gibi birçok konuda deneyimsiz olduğu için sık sık hata yapıyordu. Bazen sabrını kaybediyor işleri bırakmak istiyordu. Ama babasının ve köy halkının ona olan güveni sayesinde pes etmedi.

Günler haftaları kovaladı. Ali her geçen gün yeni bir şeyler öğreniyor ve hatalarından ders çıkarıyordu. En sonunda minberi tamamladı. Köy halkı onun yaptığı işi görünce hayran kaldı. Minber köyün en güzel yapılarından biri haline gelmişti.

Ali bu iş sayesinde sadece marangozluktaki yeteneğini değil aynı zamanda sabır, azim ve sorumluluk gibi önemli değerleri de öğrenmişti. Artık köyün en iyi marangozu olarak tanınıyordu. Ancak onun için asıl önemli olan bu iş sayesinde kazandığı tecrübe ve deneyimdi. Çünkü biliyordu ki;

“Tecrübe, en pahalı kazanımdır…”


24 Aralık 2024 Salı

Kader Girdabında Umut Işıkları

 

"Kader girdabı bu dünya, sanma ki rüzgar aynı yönden essin..."

Hayatın belirsizliği ve değişkenliği karşısında insanın içine düştüğü karamsarlığı yansıtırken aynı zamanda umudun kıvılcımını da taşımaktadır. Kader kavramı insanlık tarihi boyunca felsefeden dine, edebiyattan mitolojiye kadar birçok alanda tartışılmış ve farklı yorumlara konu olmuştur. Bu makalem de "kader girdabı" metaforu üzerinden hareketle kaderin insan hayatındaki yeri, umudun önemi ve bu iki kavramın bir arada nasıl var olabileceği üzerine düşüncelerimi sunacağım.

Kader genellikle önceden belirlenmiş ve değiştirilemez bir güç olarak algılanır. İnsanlar hayatlarının kontrolünü kaybettikleri durumlarda kader kavramına sığınarak teslimiyetçi bir tutum sergileyebilirler. Ancak kader sadece olumsuz olayları değil aynı zamanda olumlu gelişmeleri de kapsayan geniş bir kavramdır. Kaderin insanın özgür iradesini sınırladığı düşüncesi birçok kişi için derin bir kaygı kaynağıdır. Bu kaygı insanları pasifliğe itebilir ve hayata karşı umutsuzluğa sürükleyebilir.

Umut insanın en temel duygularından biridir. Zorluklarla karşılaştığımızda geleceğe dair olumlu beklentiler içinde olmak yaşama tutunmamızı sağlar. Umut insanlara güç verir, onları motive eder ve yeni başlangıçlara yöneltir. Kaderin belirsizliği karşısında umut insanın elinde tuttuğu en değerli hazinelerden biridir.

Kader ve umut birbirine zıt gibi görünse de aslında iç içe geçmiş kavramlardır. Kader hayatın belirsizliğini vurgularken, umut ise bu belirsizliğe rağmen yaşama tutunmamızı sağlar. İnsan kaderine boyun eğmek yerine onun içinde gizli fırsatları görebilir ve geleceği şekillendirmek için çaba gösterebilir. Bu durum kaderin bir sınırlama değil aksine bir başlangıç noktası olduğunu gösterir.

"Rüzgar aynı yönden esmez" sözü hayatın sürekli değiştiğini ve hiçbir durumun kalıcı olmadığını ifade eder. Bu durum insanlara umut verir. Çünkü bugün yaşanan zorlukların yarın yerini daha güzel günlere bırakabileceği anlamına gelir. İnsan değişime açık olmak yeni deneyimlere adım atmak ve hayata farklı bir pencereden bakmak suretiyle kaderini şekillendirebilir.

Kader insan hayatında önemli bir yer tutsa da umudun gücüyle bu kaderin etkileri hafifletilebilir. Hayatın iniş çıkışları içinde umudu canlı tutmak insanın en büyük zaferlerinden biridir.

"Kader girdabı bu dünya, sanma ki rüzgar aynı yönden essin..." sözü, bu durumu en güzel şekilde ifade eden bir metafordur. İnsanlar hayatın rüzgarlarının yönünü değiştiremezler belki ancak bu rüzgarlara karşı nasıl bir tutum sergileyeceklerini seçebilirler. Umutla dolu bir yaşam sürmek insanı daha güçlü daha dirençli ve daha mutlu kılar…

 

 

23 Aralık 2024 Pazartesi

Gökyüzüne Yazılan Notlar

 

Gökyüzüne notlar yazmak belki de en eski hayallerimizden biridir. Uçsuz bucaksız mavinin sonsuzluğuna kendimizi bırakıp tüm dertlerimizi, umutlarımızı ve hayallerimizi o beyaz bulutlara emanet ederiz. Tıpkı küçük bir çocuk gibi gökyüzünün büyülü gücüne sığınırız.

Ali çocukluğundan beri gökyüzüne notlar yazardı. Her bir not içindeki umudun bir parçasıydı. Zor zamanlarında gökyüzüne bakarak notlarını okur ve içini bir huzur kaplardı. Çünkü biliyordu ki evrenin sonsuzluğunda kaybolan o notlar bir yerlerde birine mutlaka ulaşacaktı.

Ali büyüdükçe hayatın zorluklarıyla karşılaştı; Aşk acısı, iş kaybı, hastalık... Birbirini kovalayan bu zorluklar Ali'nin umudunu sarsmaya başlamıştı. Gökyüzüne yazdığı notlar artık sadece birer alışkanlık haline gelmişti.

Bir gün Ali çok sevdiği bir yakınının vefat haberini aldı. Dünyanın tüm renkleri solmuş gibiydi. Gökyüzüne baktı ama bu sefer not yazmaya mecali yoktu. Sadece boşluğa baktı ve içinden şöyle bir fısıltı yükseldi:

"Gökyüzüne notlar yazdım,

Hüzün zamanı yeryüzünde filizlensin diye..."

Bu sözler Ali'nin içindeki derin bir acıyı ifade ediyordu. Aynı zamanda hayatın acımasız yüzüne rağmen umudun önemini de vurguluyordu. Çünkü hüzün toprağa düşen bir tohum gibidir. Eğer ona su verilirse bir gün mutlaka filizlenecektir.

Ali zamanla bu sözlerin anlamını daha iyi anladı. Hayatın iniş çıkışları olduğunu bazen mutlu bazen de üzgün olacağını kabullendi. Ancak hiçbir zaman umudunu kaybetmedi. Çünkü biliyordu ki gökyüzüne yazdığı her not onun içindeki umudun bir tohumuydu. Ve bu tohumlar bir gün mutlaka çiçek açacaktı.

Gökyüzüne not yazmak sadece bir hayal değil aynı zamanda bir yaşam felsefesiydi. Bu felsefe bize umudun önemini hayata sıkı sıkıya tutunmanın gerekliliğini ve zorlukların üstesinden gelmenin mümkün olduğunu öğretiyordu. Tıpkı Ali gibi biz de hayatımızın her anında gökyüzüne bakabilir ve içimizdeki umudun sesini dinleyebiliriz. Çünkü biliyoruz ki gökyüzü her zaman bizim için açık olacaktır…

16 Aralık 2024 Pazartesi

Yazmak

Bir gün Beykoz sahilde bir parkta oturmuş defterime bir şeyler karalıyordum. Güneş ışınları yaprakların arasından süzülerek yüzüme vuruyordu. Kuşlar cıvıldaşıyor, insanlar gelip geçiyordu. Huzurlu bir ortamda kendimi kelimelerin akışına bırakmıştım.

Yazdıklarımın ne olduğunu bilmiyordum. Sadece yazıyordum. Düşüncelerimi, duygularımı, hayallerimi kâğıda döküyordum. Yazmak benim için bir çıkış kapısıydı. İçimdeki karmaşayı, sıkıntıyı ve mutluluğu dışa vurmanın bir yolu. Kelimeler benim sesim ve benim hikayemdi.

“Bazen devrilmiş bir ağaç gibi,

Yıkılmış bir harabe gibi,

Bazen de sulara kapılmış bir tekne,

Rüzgara yakalanmış bir uçurtma gibi,

Sadece yazmak istiyordum…”

O gün parkta oturup yazarken kendimi daha iyi hissetmiştim. İçimdeki yük hafiflemişti. Yazmak bana huzur ve dinginlik getirmişti. O günden sonra yazmayı bırakmadım. Her gün biraz zaman ayırıp kendimi kelimelerin dünyasına bırakıyordum. Yazmak benim için bir yaşam tarzı haline geldi.

Yazmak benim için bir tutku ve bir aşktı. Kelimeler benim en yakın dostlarım. Onlarla konuşur, onlarla ağlarım, onlarla gülerim. Yazmak benim ruhumun sesi…

Eğer siz de yazmayı seviyorsanız sizi bu dünyaya davet ediyorum. Kelimelerin büyüsünü keşfedin ve kendi sesinizi bulun. Yazın, yazın ve yine yazın, korkmadan yazın…

12 Aralık 2024 Perşembe

Buğulu Camlar Ardında Bir Hikaye

 

Yaşlı bir kadın küçük ahşap evinin tek penceresine yaslanmıştı. Dışarıda kar yağıyor, sokak lambalarının ışığı buğulu camda titrek bir dans sergiliyordu. İçerisi loştu sadece yanan şöminenin kıvılcımları ve kadının gözlerinin içi parlıyordu. Elleri titrekçe yorganı örüyordu sanki iğne misali geçen zamanın her bir dikişini ömrüne işliyordu.

Gözleri kapanınca zihni gençliğine doğru yolculuk ediyordu. Genç bir kız olarak bu evin penceresinden hayata bakarken her şey o kadar canlı ve umut doluydu. Aşk, hayaller, geleceğe dair büyük planlar... Zamanın akışı o kadar yavaştı ki her anı sonsuzmuş gibi yaşardı. Şimdi ise aynada gördüğü yabancı yüz geçen yılların acımasız izlerini taşıyordu.

Saat duvarda tik tak diye işliyordu. Her tik kadının kalbinde bir boşluk oluşturuyordu. Gençliğinin coşkusu yerini hüzne ve yalnızlığa bırakmıştı. Dışarıdaki kar taneleri gibi hayatının sayfaları da yavaş yavaş beyazlığa bürünüyordu.

Ancak kadın geçmişin acılarını değil güzelliklerini hatırlamaya çalışıyordu. Gençliğindeki aşkı, çocuklarının kahkahalarını, hayatının en güzel anlarını zihninde canlandırıyordu. Bu hatıralar kalbinde yanan küçük bir mum gibiydi karanlığını aydınlatıyordu.

Pencereye daha sıkı sarıldı. Soğuk hava yüzüne değse de ruhu sıcak kalmaya devam ediyordu. Belki de hayat bu buğulu camlar ardında geçen kısa bir andı. Belki de önemli olan bu anları nasıl yaşadığımızdı. Kadın iğnesini son kez ipliğe geçirip gözlerini kapadı. Yüzünde hafif bir gülümseme vardı. Zamanın akışı karşısında teslim olmuş ama ruhu hâlâ özgürdü.

“Buğulu camlar sadece bir evin değil, herkesin hayatının bir parçasıdır...”

Zamanın akışı herkes için kaçınılmazdır. Ancak önemli olan bu zamanı nasıl değerlendirdiğimizdir. Geçmişe takılıp kalmak yerine anı yaşamak ve geleceğe umutla bakmak belki de hayatın en büyük sırrıdır.


10 Aralık 2024 Salı

Hayatın Sürprizleri: Olasılıklar ve Gerçeklik

"Hayat, olasılıkların gerçeklere sarılmasıyla can bulur..."

Bu söz yaşamın ne kadar dinamik ve sürprizlerle dolu olduğuna dair derin bir bakış açısı sunar. İmkansız gibi görünen şeylerin bile doğru çaba ve inançla gerçekleşebileceğini vurgular. Hayat, sürekli akan bir nehir gibidir ve bu akış içerisinde olasılıklar zamanla somut gerçeklere dönüşür.

Peki, hayatın bu akışkan yapısı içerisinde sıklıkla "olmaz" denilen şeylerin gerçekleşmesi ne kadar mümkündür? Tarih boyunca, insanlık birçok kez imkansız denilen başarılar elde etmiştir. Ay'a ayak basmak, hastalıklara çare bulmak veya teknolojide inanılmaz ilerlemeler kaydetmek gibi. Bu başarıların altında yatan en önemli etken insanların “olmaz” demeyip olasılıkları gerçekleştirme yönünde azimle çalışmalarıdır.

“Olmaz” denilenlerin gerçekleşmesi sadece büyük ve önemli olaylar için geçerli değildir. Günlük hayatımızda da birçok kez imkansız gibi görünen durumlarla karşılaşırız. Belki bir sınavı kazanmak, yeni bir işe girmek veya bir ilişkiyi düzeltmek istiyoruzdur. Bu gibi durumlarda, “olmaz” demek yerine, olasılıkları değerlendirmeli ve çözüm yolları aramalıyız.

Elbette, her olasılık gerçekleşmez. Bazı şeyler ne kadar çaba gösterirsek gösterelim bizim için mümkün olmayabilir. Ancak bu durum bizi pes etmeye itmemelidir. Çünkü hayat sürekli değişen ve sürprizlerle dolu bir süreçtir. Bugün imkansız görünen bir şey yarın gerçekleşebilir. Önemli olan umudumuzu kaybetmeden olasılıkları değerlendirmeye devam etmektir.

Benim bu sözüm, bize hayatın ne kadar güzel ve anlamlı olduğunu hatırlatır. Hayat sadece yaşamak değil aynı zamanda yaşama anlam katmaktır. Bu anlamı katarken de imkansız gibi görünen şeyleri başarmak için çaba göstermek önemlidir. Çünkü hayat, olasılıkların gerçeklere dönüştüğü ve hayallerin gerçekleştiği bir yerdir.

Sonuç olarak “Hayat, olasılıkların gerçeklere sarılmasıyla can bulur…” sözü, bize hayatın dinamik ve sürprizlerle dolu olduğunu hatırlatırken, aynı zamanda imkansız gibi görünen şeylerin de gerçekleşebileceğini gösterir. Bizi hayata karşı daha umutlu ve daha iyimser olmaya teşvik eder. Hayatın sunduğu tüm olasılıkları değerlendirmeli ve “olmaz” dememek için çaba göstermeliyiz. Çünkü hayat, bizim için yazılmış bir senaryo değil kendimiz yazdığımız bir hikayedir.

 

6 Aralık 2024 Cuma

Yaşlı Adam ve Kitapçı

Pencereden sızan güneşin ışık huzmeleri tozlu kitapların arasında birer kelebek misali dans ediyordu. Eski bir kitapçıydı burası. Ahşap raflar, geçmişe açılan gizemli kapıların kolları gibi davetkâr bir şekilde sıralanmıştı. İçeriye, omzunda ağır bir çantayla yaşlı bir adam girdi. Gözleri, kitapları okşar gibi yavaşça gezinirken her birinin kendine özgü hikayesi olduğunu anlıyordu. Parmak uçlarıyla kitapların tozlu kapaklarını okşadı, sayfalarını çevirerek harflerin dansını izledi. Gözlüklerinin camları, loş ışıkta parıldayarak geçmişe ait kırık dökük hatıraları yansıtıyordu. Kitapçı zamanın durduğu bir ada gibiydi. Raflardaki kitaplar yaşanmış hayatların aynası, unutulmuş aşkların fısıltılarıydı. Yaşlı adam bu sessiz dünyada kaybolmuş gibiydi. Belki de aradığı bir kelime bir cümle onu geçmişine yeniden bağlayacaktı.

Kitapçı: Gülümseyerek, "Ne arıyorsunuz efendim?" diye sordu.

Yaşlı adam: Bir süre düşündü sonra "Belki de bir sığınak arıyorum." dedi.

Kitapçı, adamın gözlerinin derinliklerindeki hüznü gördü.

Kitapçı: "O zaman doğru yerdesiniz." dedi.

Rafların en üst köşesinde zamanın tozuyla kaplanmış ve unutulmuş bir hazine gibi duruyordu kitap. Deri cildi çatlamış ve solmuş, sayfaları ise sararmış, kırılgan bir hal almıştı. Adam kitabı dikkatlice kavradı. Parmak uçları kitabın pürüzlü yüzeyinde gezindiğinde geçmişin dokunuşunu hissetti. Tozlu kapağı açtığında gözleri bir anda parladı. Sayfalar onun unuttuğu duygulara ve yaşanmışlıklara açılan bir kapı gibiydi. Her satırı bir zamanlar kalbinde yankılanan melodileri tekrar çalıyordu.

O an kitap ve adam arasında özel bir bağ kuruldu. Kitap artık sadece kağıt ve mürekkepten ibaret değildi. O bir zaman makinesi, bir sır saklayıcısı ve bir dosttu. Sayfalar arasında kaybolan yaşlı adam çocukluğunun masalsı bahçelerinde dolaştı, gençliğinin tutkulu aşklarında yeniden yaşadı, hayallerinin peşinden koştuğu günlere geri döndü. Kitap onu en derin korkularına ve en büyük umutlarına ayna tutuyordu.

Oysa ki kitaplar sadece tek bir kişinin değil binlerce insanın duygularını, hayallerini ve anılarını içinde barındıran eşsiz hazinelerdi. Her kitap farklı bir dünyaya açılan bir kapıydı. Bazıları savaşların ve yıkımların izlerini taşırdı bazıları ise aşkın ve umudun şarkılarını söylerdi. Kitaplar insanlığın ortak hafızasıydı.

Yaşlı adam elindeki kitabı kapatırken iç çekti. Gözlerindeki parıltı yerini derin bir huzura bırakmıştı. O an anlamıştı ki kitaplar sadece bilgiye ulaşmak için değil aynı zamanda ruhu beslemek, kalbi şifalandırmak ve hayata yeniden bağlanmak için de okunmalıydı. Kitaplar hayatın karmaşası içinde kaybolduğumuzda sığındığımız güvenli limanlardı. Ve o, bu limanda sonsuza dek yaşayabilecekti.

Kitapçı: Yaşlı adama dönerek "Duygu kuşağının kapı eşikleriyiz biz…" dedi.

Yaşlı adam başını salladı, kitabı göğsüne bastırdı ve gülümsedi. O gün o kitapçıda sadece bir kitap satılmadı aynı zamanda bir ruh iyileşti.


2 Aralık 2024 Pazartesi

Sayfalar Arasında Sonsuzluk

 

"Kitap olmak isterdim. Öyle ki, gönül raflarında yer alan eşsiz bir parça gibi..."

Sözleri bir yazarın kalbinden fışkıran kitaplara duyulan derin bir aşkın ifadesidir. Bir kitabı sadece bilgi yığını olarak görmemek onu bir eşya olmaktan öteye taşıyarak gönüllerde taht kurmuş bir varlık olarak görmek ve edebiyatın gücüne duyulan inancın en güzel göstergelerindendir.

Bir kitap sadece kâğıt ve mürekkepten ibaret değildir. Yazarın yüreğinin bir parçasıdır, düşüncelerinin ve duygularının bir araya gelerek oluşturduğu bir evrendir. Kitabın sayfaları döndükçe farklı dünyalara yolculuk eder yeni insanlar tanır ve farklı kültürleri keşfeder. Bir kitap sizi güldürür, ağlatır, düşündürür ve hayata dair yeni bakış açıları kazanmanızı sağlar.

Peki, neden bir kitap olmak isteriz? Belki de ölümsüzlüğe duyulan özlemdendir. Bir kitap, yazarı öldükten sonra bile yaşamaya devam eder. Okuyucuların gönüllerinde taht kurar, nesilden nesile aktarılır. Böylelikle bir yazarın eserleri onun adını sonsuza dek yaşatır.

Kitaplar aynı zamanda bir arkadaş gibidir. Zor zamanlarda sığındığımız, dertlerimizi paylaştığımız, yalnızlıklarımızı dindirdiğimiz bir dosttur. Bize yol gösterir, bizi aydınlatır ve hayatımıza anlam katar. Bir kitap yerine göre bir öğretmen yerine göre bir rehber yerine göre de bir sırdaştır…

Kitap olmak, sadece yazılan sözcüklerin bir araya gelmesi demek değildir. O, bir zanaat, bir sanat, bir tutkudur. Kitap yazmak düşünceleri şekillendirmek, duyguları ifade etmek, dünyayı anlamlandırmak demektir. Bir kitabı okumak ise bu dünyaya adım atmak, yazarın gözünden bakmak, onun deneyimlerini yaşamak demektir.

"Gönül raflarında yer alan eşsiz bir parça" olmak bir kitabın en büyük arzusu olabilir. Çünkü gönüllerde yer eden bir kitap unutulmaz olur. Nesiller boyunca okunur, tartışılır ve yorumlanır. Kitap sadece bir nesne değil aynı zamanda bir fikirdir, bir harekettir ve bir değişimdir.

Peki, siz kitap olmak ister miydiniz? Hangi konuda bir kitap yazmak isterdiniz? Dünya’ya hangi mesajı vermek isterdiniz? Bu soruların cevaplarını bulmaya ne derdiniz? Belki, kendi iç dünyanıza yolculuk yapmanızı sağlayacak bu soruların cevapları belki de yeni bir kitap yazmanıza teşvik edecek…

Unutmayın, her kitap bir dünyadır ve her okuyucu bu dünyada kendine bir yer bulabilir…

29 Kasım 2024 Cuma

Kelimelerin Sığınağı

Yağmurun ritmik dansı camda, dışarıyı bir perde gibi örterken, odanın loş ışığı altında parmaklar klavyede bir valsa tutunur. Her tuşa basış zihindeki karmaşayı dizginleyip yeni bir dünyanın kapılarını aralamaktır. Kağıt beyazlığı sonsuz bir tuval gibidir, kelimeler ise fırça darbeleriyle hayat bulan renklerdir.

Bu yalnızlığa sığınış ve aynı zamanda bir yazarın en sevdiği ritüellerindendir. Gündüzün koşuşturmasından, beklentilerin ağırlığından uzaklaştığı bu anlarda sadece kendisi ve kelimeler vardır. Bir zamanlar anlamsız görünen harfler şimdi anlam yüklü cümlelerin yapı taşları haline geliyor.

“Hayal ediyorum; sayfalara aktarılmış hayallerimi, satırlara sığdırılmış umutlarımı ve kelimelere saklanmış yeni dünyamı...”

Her satır iç dünyanın haritasını çizer, her paragraf yaşanmışlıkların ve hayallerin bir yansımasıdır.

Bazen bir hayal kırıklığı yaşandığında kelimeler bir sığınak olur. Kalbindeki fırtınaları dindirmek için klavye karşısına geçer ve duygularını kâğıda döker. Kırgınlıklar, üzüntüler, hatta öfke bile, kelimelerin büyülü dokunuşuyla anlamlı bir bütün haline gelir. Tıpkı bir ressamın tuvale yansıttığı duyguları gibi yazar da kelimelerle kendi iç dünyasını dışa vurur.

Yazmak, sadece bir ifade biçimi değil aynı zamanda bir keşif yolculuğudur. Her yeni hikaye bilinmeyen bir toprağa adım atmak gibidir. Yazar, bu yolculukta hem rehber hem de keşifçi rolünü üstlenir. Kelimelerin sonsuz olasılıkları arasında kaybolurken aynı zamanda kendisini yeniden keşfeder.

Belki de bu yüzden yazmak bir yazar için vazgeçilmez bir tutkudur. Kelimelerin sihirli dünyasında kaybolmak hayatın karmaşasından uzaklaşmak ve kendi içinde huzuru bulmaktır... İşte bir yazarın yazmaya sığınmasının en büyük nedeni de budur.

24 Kasım 2024 Pazar

Mutluluk ve Hüznün Buluşma Noktası

Yaşam, tıpkı bir paletin tüm renklerini barındıran bir tablo gibidir. İçinde mutluluk, hüzün, sevinç, acı, umut ve karamsarlık bir arada bulunur. Bu renklerin dansı içinde, en canlı ve en parlak olanı belki de mutluluktur. Gülüşlerimizin en güzel tonunda yaşadığımız anlar hayatın bize sunduğu en değerli hediyelerdir. Ancak bu anların ne kadar kısa sürdüğünü fark ettiğimizde, içimizde derin bir hüzün oluşur.

"Gülüşlerin en güzel tonunda, gözyaşlarının ilk damlası düşer."

sözü bu durumu en güzel anlatan ifadelerden biridir. En mutlu olduğumuz anlarda bile bir yerlerde bir damla gözyaşı bizi bekliyor gibidir. Hayatın acımasızlığı, mutluluğumuzun tadını çıkarırken bile bizden bir parça koparmaya çalışır. Sanki mutluluğu çok gören bir varlık, en güzel anlarımızda bile bize bir hatırlatma yapar; "Bu anlar sonsuza dek sürmeyecek." diye…

Belki de bu yüzdendir ki, mutluluğu yakaladığımızda onu daha sıkı tutmaya çalışırız. O anı dondurmak ve sonsuza dek yaşamak isteriz. Ancak zaman acımasızdır, her şey gibi mutluluk da geçicidir. Bir yaprak gibi savrulur gider ve ardından hüzün dolu bir boşluk bırakır.

Peki, bu durum karşısında ne yapabiliriz? Mutluluğun geçiciliğini kabul etmek zor olsa da hayatın bir gerçeği olduğunu unutmamalıyız. Mutlu olduğumuz anların kıymetini bilmeli ve o anları dolu dolu yaşamalıyız. Aynı zamanda hayatın iniş çıkışlarına hazırlıklı olmalıyız ve zor zamanlarda da umudumuzu kaybetmemeliyiz.

Belki de asıl önemli olan, mutluluğu yakalamak değil, mutluluğu yaşamayı öğrenmektir. Her anın içinde mutluluğu bulmaya çalışmak, zorlukların içinde bile gülümsemeyi başarabilmektir. Çünkü hayat sadece mutlu anlardan ibaret değildir. Hüzün, acı ve kayıplar da hayatın bir parçasıdır. Bu deneyimler bizi daha güçlü, daha olgun ve daha bilge yapar.

“Gülüşlerin en güzel tonunda, gözyaşlarının ilk damlası düşer.” sözümle ifade ettiğim gibi hayat bize gerçek yüzünü gösterirken, aynı zamanda umut da verir. Çünkü mutluluk geçici olsa da hayatın içinde her zaman yeni bir mutluluk kaynağı bulmak mümkündür. Önemli olan, hayata sıkı sıkı sarılmak ve her anın kıymetini bilmektir.

Sürdürülebilir Geleceğin Yeni Aktörü

Sivil toplum kuruluşları artık klasik yaklaşımların ötesine geçmelidir. Artık yeni geleceğin paradigması olacak kavramı ortaya çıkarıyorum; ...