22 Haziran 2025 Pazar

Merhametin İnceliği

 

Eşref-i mahlûkat olan insan dünya sahnesine çıktığı andan itibaren ölüm perdesine kadar sayısız olay yaşar. Bu olaylar iç aleminde çeşitli duyguların filizlenmesine sebep olur. Kimi zaman bir çiçek gibi narin kimi zaman bir ağaç gibi köklü kimi zaman da kurumuş bir yaprak gibi geçici... Duygular da tıpkı insan gibi doğar, büyür ve ölür. Aynı duygular tekrar tekrar yaşandıkça, zamanla sıradanlaşır, etkisi azalır.

İnsanoğlu fıtratı gereği merhametlidir. Ancak bu doğasını kaybetmemiş olanlar için geçerlidir. Merhamet güler yüz demektir. Merhametin yanında getirdiği en belirgin duygulardan biri de acımadır. Bir insana veya bir olaya karşı içinizde acıma hissi uyandığında aslında ruhunuzun derinliklerindeki duygu tonunun yüzeye çıktığını görürsünüz. Bu duyguya hangi pencereden baktığınız acımanın niteliğini de değiştirir.

İçimizdeki bu duygu sayesinde insanlara hak ettikleri değeri veririz. İnsanoğlu dünyadaki en şanslı varlıktır ve bu şanına yakışır bir değer görmelidir. Nasıl görmesin ki? Biz yaratılanı Yaradan’dan ötürü severiz. Mevla’nın yarattığı her varlık bir değer taşır. Onlara hak ettikleri değeri verdiğimizde zamanla toplumda örnek alınacak insanlar haline geliriz.

Fakat unutmamak gerekir ki her insan hayatının bir noktasında acınacak hale düşebilir. "Ben düşmem..." demeyin. Bu dünya nice "yapmam" dediklerimizi yaptırmadı mı bize? "Olmaz" dediğimiz şeyler olmadı mı?

Acımak, bazen bir şefkat eli bazen de kibrin gölgesi olabilir. Gerçek merhamet acıdığımız kişiyi küçük görmeden onu anlamaya çalışmaktır. Yoksa acımak bazen farkında olmadan kendimizi üstün görmenin bir aracına dönüşebilir.

Bir gün siz de yardıma muhtaç duruma düşerseniz size nasıl davranılmasını istersiniz? Acınarak mı, yoksa saygıyla mı?

Belki de gerçek merhamet, acımak değil, anlamaktır.


12 Haziran 2025 Perşembe

Annenin Son Mektubu

 

Bir Gözünü Feda Eden Sevginin Hikayesi…

 

İnsanoğlu ne garip bir varlık... En değerli hazinesi ayaklarının altındayken onu fark etmez. Tıpkı bu hikayedeki evlat gibi.

Bir çocuk varmış annesini sevmezmiş. Sebebi mi? Annesinin tek gözü olmasıymış. "İnsan annesini böyle bir sebeple sevmez mi?" diye soracak olursanız işte kalpteki nankörlük bazen böyle körleştirir insanı.

Babası erken vefat etmiş. Anne oğluna bakabilmek için onun okulunun kantininde çalışmaya başlamış. Ama oğlu utandığı için tembihlemiş:

Kimseye annem olduğunu söyleme…

Bir gün kantinde "Ahmet!" diye seslenmiş kadın. Ertesi gün arkadaşları alay etmiş:

Hafize Teyze senin annen mi?

Çocuk yerin dibine geçmiş. Utancından evden kaçmış Singapur’a gitmiş. Okumuş, evlenmiş, çoluk çocuğa karışmış.

67 yaşına geldiğinde bir gün kapısı çalınmış. Dışarıda tek gözlü bir kadın duruyormuş. Torunları korkup içeri kaçmış. Adam öfkeyle çıkmış:

"Sen buraya kadar gelir miydin? Çocuklarımı korkuttun…" diye bağırmış.

Kadıncağız "Yanlış adrese gelmişim…" deyip gitmiş.

Zaman geçmiş Türkiye’den mezunlar daveti gelmiş. Gezerken bir tanıdık çıkagelmiş:

Annen vefat etti.

Adam umursamamış: "Hayattayken değeri yoktu, ölüsü mü değerli olacak?"

Ama sonra bir mektup uzatmışlar: "Annenin sana son sözleri..."

Mektupta şunlar yazıyormuş:

"Sevgili oğlum,

Sen hayatımdaki en değerli varlığımdın. Singapur’a gelip seni ve torunlarımı korkuttuğum için özür dilerim. Allah’a her gün “Dünya gözüyle bir kez daha göreyim” diye yalvardım.

Biliyor musun? Küçükken geçirdiğin kazada bir gözünü kaybetmiştin. Bir anne olarak “Tek gözle yaşamasın” diye sana kendi gözümü verdim. Seni sonsuza dek sevecek olan...

Annen"

Adam mektubu okuyunca yıkılmış. "Anneciğim, ne yaptın böyle?" diye ağlamış. 

Çünkü anneler gözünü verir, ömrünü verir, sessizce gider...

11 Haziran 2025 Çarşamba

Cennetin Kokusu

 

Sınıfın camlarından süzülen güneş öğretmenin yüzüne vuruyordu. Çocuklara cenneti anlatırken sesi yumuşacık titriyordu:

Cennetin toprağı öyle güzel kokar ki miskten daha latiftir...

Bir anda küçük bir el havaya kalktı.

Öğretmenim, bizim mutfakta ondan var…

Sınıfta kısık kısık gülüşmeler yükseldi. Öğretmen şaşkınlıkla gülümseyerek:

Yavrum, cennetin toprağı bildiğin topraklara benzemez ki...

Ama çocuk ısrarla:

Ama bizde var işte…

Öğretmen bu sefer meraklandı. Belki de çocuğun masum zihninde cennet bambaşka bir yerdi.

Peki dedi, Yarın getir de görelim. Eğer gerçekten cennetin toprağıysa, sana bir sürprizim olacak.

Ertesi sabah çocuk nefes nefese sınıfa girdi. Cebinden çıkardığı mendili öğretmenin masasına bıraktı. İçinde bir tutam toprak vardı. Öğretmen mendili açınca hafifçe buruştu:

Evladım, bu sıradan bir toprak...

Çocuğun gözleri birden parladı:

Öğretmenim, bu toprak, annemin her sabah seccadesini serdiği yerden… Dedem hep söyler: 'Evladım, bir annenin secde ettiği yer, cennetin bir köşesidir' diye...

Öğretmenin nefesi kesildi. Birden yıllar önce dinlediği bir hadis düştü aklına: "Cennet annelerin ayakları altındadır."

O küçük çocuk koca bir hakikati avucunun içinde getirmişti. Öğretmenin gözleri doldu. Çocuğa sarılmamak için kendini zor tuttu.

İşte hakikat bu kadar basitti aslında…

Cennet, annemizin her sabah kalkıp bize kahvaltı hazırlarken bastığı mutfak zeminiydi.
Cennet, hastalandığımızda başucumuzda beklerken üzerine bastığı o eski kilimdi.
Cennet, dualarımıza "amin" dediği o mübarek ağzıydı.

O gün öğretmen not defterinin kenarına bir cümle yazdı:

Asıl ders alması gereken bendim. Bir çocuğun saf yüreği bana cennetin gerçek adresini gösterdi.

Ve o günden sonra her anneler gününde öğrencilerine bir avuç toprak hediye etti. Üzerinde tek bir cümle yazılıydı:

Cennetin postaladığı en güzel mektup, annedir.


Sürdürülebilir Geleceğin Yeni Aktörü

Sivil toplum kuruluşları artık klasik yaklaşımların ötesine geçmelidir. Artık yeni geleceğin paradigması olacak kavramı ortaya çıkarıyorum; ...