Dünyamızın temel bir
sorunu var. Bu sorun dünyamızın her köşesinde aynıdır. Emek harcamadan yemek
yemek istiyoruz. Bu bir bakıma usta olmaya benzer ama nasıl bir usta olmaya
benzer? Emek harcamadan usta olmak gibi. Ustalık, çıraklık mertebesinden emek
harcayarak, çabalayarak ve olgunlaşarak ulaşılan bir konumdur.
Gerçekten de etrafımıza
baktığımızda durum böyle değil midir? Düşünün…
Her sene üniversite
mezunu kardeşlerimiz mezun oluyor. Her mezun olan genç kardeşimiz büyük
bekleyişler içerisinde geziyorlar sonra da hayal kırıklığına uğramaktalar.
Bekleyişleri masa başı iş, uğraşmadan zaman geçirip, dolgun ücret alacakları
bir pozisyon. Kısaca hemen en tepeye ulaşmaktır. Kendilerini savunmak içinde şunları
söylemiyorlar mı? “Ben böyle özellikte bir üniversiteden mezun oldum, bu kadar
çalıştım şunları yaptım.” diye. Eyvallah, doğrudur. Bahsettiklerinde sonuna
kadar haklılar. Ama öyle hayat kolay değildir ki. Ustalık şartlarında çalışmak
ve yaşamak için pişmek lazımdır. Ustalar kolay yetişmiyor. Bir anda o konuma
zıplamak istenmez. İlk öncelikle haddimizi bilmeliyiz. Sabredip çalışmalıyız.
Haksız bir kazanç ve bekleyişte olmamalıyız. Hesabını nasıl veririz?
Büyüklerimizden duyduğum
güzel bir söz gelir aklıma her seferinde “İslam’ın şartı beş, altıncısı
haddini bilmek, yedincisi haddini bilmeyene haddini bildirmek…” ne güzel bir
sözdür.
Dilediğimiz kadar yaşayalım
ama unutmayalım öleceğiz. Dileğimiz kadar sevelim ama mutlaka sevdiğimizden
ayrılacağız. Dilediğimizi yapalım ama mutlaka hesap vereceğiz. Dilediğimiz gibi
dünya hayatını yaşayalım ama sonumuz bellidir. Ruhumuz ödünçtür, bedenimiz
gibi. Bu sebepten dolayıdır ki bilmeliyiz haddimizi, veremeyeceğimiz hesapların
altına girmeyelim.
Haddimizi bilmemiz ve
haddini bilen kardeşlerimizle birlikte yürüyebilmek dileğiyle…