Yağmurun ritmik dansı
camda, dışarıyı bir perde gibi örterken, odanın loş ışığı altında parmaklar
klavyede bir valsa tutunur. Her tuşa basış zihindeki karmaşayı dizginleyip yeni
bir dünyanın kapılarını aralamaktır. Kağıt beyazlığı sonsuz bir tuval gibidir,
kelimeler ise fırça darbeleriyle hayat bulan renklerdir.
Bu yalnızlığa sığınış ve
aynı zamanda bir yazarın en sevdiği ritüellerindendir. Gündüzün
koşuşturmasından, beklentilerin ağırlığından uzaklaştığı bu anlarda sadece
kendisi ve kelimeler vardır. Bir zamanlar anlamsız görünen harfler şimdi anlam
yüklü cümlelerin yapı taşları haline geliyor.
“Hayal
ediyorum; sayfalara aktarılmış hayallerimi, satırlara sığdırılmış umutlarımı ve
kelimelere saklanmış yeni dünyamı...”
Her satır iç dünyanın
haritasını çizer, her paragraf yaşanmışlıkların ve hayallerin bir yansımasıdır.
Bazen bir hayal kırıklığı
yaşandığında kelimeler bir sığınak olur. Kalbindeki fırtınaları dindirmek için
klavye karşısına geçer ve duygularını kâğıda döker. Kırgınlıklar, üzüntüler,
hatta öfke bile, kelimelerin büyülü dokunuşuyla anlamlı bir bütün haline gelir.
Tıpkı bir ressamın tuvale yansıttığı duyguları gibi yazar da kelimelerle kendi
iç dünyasını dışa vurur.
Yazmak, sadece bir ifade
biçimi değil aynı zamanda bir keşif yolculuğudur. Her yeni hikaye bilinmeyen
bir toprağa adım atmak gibidir. Yazar, bu yolculukta hem rehber hem de keşifçi
rolünü üstlenir. Kelimelerin sonsuz olasılıkları arasında kaybolurken aynı
zamanda kendisini yeniden keşfeder.
Belki de bu yüzden yazmak
bir yazar için vazgeçilmez bir tutkudur. Kelimelerin sihirli dünyasında
kaybolmak hayatın karmaşasından uzaklaşmak ve kendi içinde huzuru bulmaktır...
İşte bir yazarın yazmaya sığınmasının en büyük nedeni de budur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder