Gökyüzü üç gündür aynı
renkti; ne tam gri ne de maviye yakın... Sanki mevsimler zamanın ellerinden
düşen bir bardak gibi parçalanmıştı ve kalan kırıklarla yaşıyordu şehir. İşte o
gün tam 16:17’de, Karasinek Sokak’taki eski kitapçıda başladı her şey. Kitapçı
bile artık kitap kokmuyordu, yaşanmışlık kokuyordu sanki raflarda biriken
tozlar bile zamanın iç çekişini duyuyordu.
Adam, kapının çanı
sessizce çalarken girmişti içeri. Ne ellerinde kitap arayışı vardı ne de
gözlerinde bir merak. Bir zamanlar çok sevdiği bir rüyaya yürür gibiydi; her
adımı, geçmişin cam kırıklarına basıyor gibi.
Rafta sararmış sayfaların
arasına sıkışmış bir ayracı fark etti. Sıradan bir ayraç değildi bu; bir şiirin
tam ortasında unutulmuş bir bakış gibiydi. Üzerinde soluk bir el yazısıyla şu
yazılıydı:
“Bugün
hangi hikâyede kalmıştık?”
Elini uzattı ama
dokunmadı. Bazı şeyler dokunulursa bozulur ya işte öyle bir çekinmeydi bu. O
ayracın ait olduğu hikâyeyi hatırlamaya çalıştı… Ama hikâyeyi değil hissi
hatırladı önce. Göğsünde bir sızı… Sanki biri, içini bir şiirle çizmişti de her
kıtasında yeniden kanıyordu.
Bir zamanlar o da
yazardı. Özlemi… Sevdayı… Ama en çok "onu".
Bir nefesti
"onu" sevebilmek.
Öyle yakıcı bir nefes ki,
bazen iç çekişlerinde duman çıkar sanırdı aynada kendine bakarken.
O kadın… Adını hiç
söylemedi kimseye.
Çünkü adı bir sırrın
şifresiydi.
Ona "Renk
Kuşağı" derdi kendi içinde.
Çünkü ne zaman onu
düşünse duygularının sınırında gökkuşağı gibi geçici, ama büyüleyici bir
görüntü oluşurdu.
Renklerin bile onun
yanında eksik kaldığını düşünürdü.
Birbirlerine hiç “seni
seviyorum” demediler.
Çünkü bazı sevgiler,
söylenirse küçülür.
Onlarınki sustukça
büyüyendi.
Ama işte, bir gün,
gökyüzü rendelenmeye başladı. Kadın gitti.
Ne bir mektup ne bir veda
sadece bir şiirin ortasında unutulmuş bir ayraç bıraktı.
Ve belki de o gün adamın içindeki fırtına ömrü boyunca dinmedi.
Şimdi, o kitapçıda yıllar
sonra o ayracı tekrar görünce sadece şunu düşündü:
"Belki de
biz, bir şiir kadar yakındık birbir ama hep bir şiir kadar da uzakta
kaldık."
Kitabı aldı, çıkmadan önce
dönüp bir kez daha baktı kitapçıya.
Sanki biri birazdan içeri
girip,
“Bugün hangi hikâyede
kalmıştık?” diyecek gibiydi.
Ama kimse gelmedi.
Ve bazı hikâyeler, hiç
tamamlanmamak için yazılır...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder