Yaşlı bir kadın küçük
ahşap evinin tek penceresine yaslanmıştı. Dışarıda kar yağıyor, sokak
lambalarının ışığı buğulu camda titrek bir dans sergiliyordu. İçerisi loştu
sadece yanan şöminenin kıvılcımları ve kadının gözlerinin içi parlıyordu.
Elleri titrekçe yorganı örüyordu sanki iğne misali geçen zamanın her bir
dikişini ömrüne işliyordu.
Gözleri kapanınca zihni
gençliğine doğru yolculuk ediyordu. Genç bir kız olarak bu evin penceresinden
hayata bakarken her şey o kadar canlı ve umut doluydu. Aşk, hayaller, geleceğe
dair büyük planlar... Zamanın akışı o kadar yavaştı ki her anı sonsuzmuş gibi
yaşardı. Şimdi ise aynada gördüğü yabancı yüz geçen yılların acımasız izlerini
taşıyordu.
Saat duvarda tik tak diye
işliyordu. Her tik kadının kalbinde bir boşluk oluşturuyordu. Gençliğinin
coşkusu yerini hüzne ve yalnızlığa bırakmıştı. Dışarıdaki kar taneleri gibi
hayatının sayfaları da yavaş yavaş beyazlığa bürünüyordu.
Ancak kadın geçmişin
acılarını değil güzelliklerini hatırlamaya çalışıyordu. Gençliğindeki aşkı,
çocuklarının kahkahalarını, hayatının en güzel anlarını zihninde
canlandırıyordu. Bu hatıralar kalbinde yanan küçük bir mum gibiydi karanlığını
aydınlatıyordu.
Pencereye daha sıkı
sarıldı. Soğuk hava yüzüne değse de ruhu sıcak kalmaya devam ediyordu. Belki de
hayat bu buğulu camlar ardında geçen kısa bir andı. Belki de önemli olan bu
anları nasıl yaşadığımızdı. Kadın iğnesini son kez ipliğe geçirip gözlerini
kapadı. Yüzünde hafif bir gülümseme vardı. Zamanın akışı karşısında teslim
olmuş ama ruhu hâlâ özgürdü.
“Buğulu
camlar sadece bir evin değil, herkesin hayatının bir parçasıdır...”
Zamanın akışı herkes için
kaçınılmazdır. Ancak önemli olan bu zamanı nasıl değerlendirdiğimizdir. Geçmişe
takılıp kalmak yerine anı yaşamak ve geleceğe umutla bakmak belki de hayatın en
büyük sırrıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder