Zamanın birinde genç bir
çocuk varmış. Zenginliği ile tüm dünyaya ün salmış. Villada yaşıyor ve villasının
deniz manzaralı bir bahçesi varmış. Annesi, babası ve kardeşleriyle beraber
bahçe de kahvaltı yapıyorlarken bir anda irkilmiş kendisine doğru yaklaşan bir
yabancıyı görmüş. Bu yabancı Azrail’in kendisiymiş. Seslenmeye başlamış.
“Artık
buraya kadarmış. Şimdi masadan kalk ve denize doğru yürümeye başla.”
Genç çocuk nasıl olur
demeden, Azrail tekrar konuşmaya başlamış.
“Denizin
içine gireceksin ve ben senin canını tam orada alacağım. Kimseye bir şey
söylemeden, kalk hadi masadan.”
Kalmış ve söylenileni
harfi harfine uygulayarak yürümeye başlamış. Denize doğru yürürken ailesi de
arkasından kalkıp seslenmeye başlamış. Yürüyorken arkasına dönüp baktığında
bütün ailesinin peşi sıra geldiğini görmüş.
“Nereye
gidiyorsun?”
Genç çocuk cevap vermeden
yürümeye devam ediyormuş. Beş adım attıktan sonra dönüp arkasına tekrardan
bakmış. Görmüş ki kardeşleri ardında yok. Ama annesi ve babası hala peşi sıra
geliyormuş. Azrail o an seslenmiş.
“Paçalarını
sıyır, ayakkabılarını çıkar. Kumsaldan geçerken çıplak ayakla yürümeye devam
edeceksin.”
Söyleneni yapmış ve
yürümeye yine devam etmiş. Kumsalda ilerledikçe ateşler yükselmeye başlamış.
Beş adım sonra tekrar arkasına dönmüş ve bakmış ki babası da yok, o da terk
etmiş. Genç, bu sefer seslenmeye başlamış.
“Ah
be baba! Sen benim baba’mdın. Nasıl beni bırakabildin?”
On adım daha attıktan
sonra arkasına dönüp baktığında annesinin de arkasında olmadığını görmüş.
Etrafına dikkatlice bakmış ve gerçekten gitmiş. Sonra derin bir hüzünle
seslenmiş.
“Annem,
sen beni karnında dokuz ay taşıdın. Beni büyüttün ve beni sen yetiştirdin. Bari
sen beni bırakmasaydın. Neden böyle yaptın, annem?
Oğlunun böyle seslenişine
karşın annesi alttan ses vermiş.
“Canım
oğlum, kumlardan ayakların o kadar yanıyordu ki, ben seni sırtıma aldım.”
Her daim annemizin
değerini bilen evlatlar olmak ve dizinin dibinde olabilmek dileğiyle…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder