Eşref-i mahlûkat olan insan dünya
sahnesine çıktığı andan itibaren ölüm perdesine kadar sayısız olay yaşar. Bu
olaylar iç aleminde çeşitli duyguların filizlenmesine sebep olur. Kimi zaman
bir çiçek gibi narin kimi zaman bir ağaç gibi köklü kimi zaman da kurumuş bir
yaprak gibi geçici... Duygular da tıpkı insan gibi doğar, büyür ve ölür. Aynı
duygular tekrar tekrar yaşandıkça, zamanla sıradanlaşır, etkisi azalır.
İnsanoğlu fıtratı gereği
merhametlidir. Ancak bu doğasını kaybetmemiş olanlar için geçerlidir. Merhamet güler
yüz demektir. Merhametin yanında getirdiği en belirgin duygulardan biri
de acımadır. Bir insana veya bir olaya karşı içinizde acıma hissi
uyandığında aslında ruhunuzun derinliklerindeki duygu tonunun yüzeye çıktığını
görürsünüz. Bu duyguya hangi pencereden baktığınız acımanın niteliğini de
değiştirir.
İçimizdeki bu duygu sayesinde
insanlara hak ettikleri değeri veririz. İnsanoğlu dünyadaki en şanslı varlıktır
ve bu şanına yakışır bir değer görmelidir. Nasıl görmesin ki? Biz yaratılanı
Yaradan’dan ötürü severiz. Mevla’nın yarattığı her varlık bir değer taşır.
Onlara hak ettikleri değeri verdiğimizde zamanla toplumda örnek alınacak
insanlar haline geliriz.
Fakat unutmamak gerekir ki her
insan hayatının bir noktasında acınacak hale düşebilir.
"Ben düşmem..." demeyin. Bu dünya nice "yapmam" dediklerimizi
yaptırmadı mı bize? "Olmaz" dediğimiz şeyler olmadı mı?
Acımak, bazen bir şefkat
eli bazen de kibrin gölgesi olabilir. Gerçek merhamet
acıdığımız kişiyi küçük görmeden onu anlamaya çalışmaktır. Yoksa acımak bazen
farkında olmadan kendimizi üstün görmenin bir aracına
dönüşebilir.
Bir gün siz de yardıma muhtaç
duruma düşerseniz size nasıl davranılmasını istersiniz? Acınarak mı,
yoksa saygıyla mı?
Belki de gerçek merhamet, acımak
değil, anlamaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder