Medeniyetler boyunca
İnsanoğlunun yapısında var olmuş ve var olacak lanetli bir kelime. Kelime
anlamı olarak kendisine yapılan iyiliğin değerini bilmeyen, iyilikbilmez
demektir.
İnsan, kendisine bir
bardak su, bir dilim ekmek veya bir buket çiçek ikram eden kişiye bile en
azından bir teşekkür borcu hisseder, bu insani ve vicdani bir borç kabul
edilmektedir. İnsanoğlu bunca iyiliğe karşı saygılı olamadıktan sonra
nankörlüğün esiri olmuş bir insandır. Nankörlük, sadece insana mahsus değil
topluluğa da ait olabilir. En güzel örneği de Seba halkının nankörlüğü değil
mi? Bu hadise geçmişte tarihe şu şekilde geçmiştir;
Seba bir halk veya
topluluk değil çok büyük ve göz kamaştırıcı bir şehirdir. Farklı şehirlerin
halkları oraya toplanmıştı. Allah o şehrin halkına öyle bağlar, bostanlar ihsan
etmişti ki pek çok nimetlerden faydalanamıyorlardı. Yollar hep ağaçlardan
dökülen meyveler yüzünden kapanmıştı. İnsanlar adım atacak yer bulamıyorlardı.
Topluluklar ağaçları silkelemezdi meyve toplamak için rüzgâr zaten
kendiliğinden düşürürdü. Meyveler gelen geçenlerin başından aşağı yağardı. Bu
sebepten dolayı da hırsızlık olayları gerçekleşmezdi.
Seba halkına, tam olarak
on üç peygamber gelmiştir. Doğru yolu göstermek istediler. Bunun için halka
şunları demişlerdi:
Peygamberler: Allah’ın
nimetlerine şükredin. Bir şükre bedel bu kadar nimet kim verir? Allah insana
baş verir, şükür için bir secde ister. Ayak verir, şükür için bir oturma ister.
Seba
Halkı: Biz şükürden de usandık, nimetten de. Bahçeleri ve
nimetleri de istemiyoruz.
Peygamberler: Bu,
sizin gönlünüzdeki hastalıktan kaynaklanıyor. Nitekim hasta insanlar yedikleri nimetlerden
tat almazlar. Biz iş ve söz hekimleriyiz. Kimseden ücret istemeyiz, ücretimiz
noksanlıklardan münezzeh olan Allah'tandır.
Seba
Halkı: Peki, buna bir deliliniz var mıdır?
Peygamberler: Güneş
doğduktan sonra gündüz olduğundan hala şüphedeyseniz, gündüz olduğuna delil
arıyorsanız, bu körlüğünüze delildir.
Seba
Halkı: Hayır, bütün bunlar riya ve hileden ibarettir. Nasıl olur
da Allah falanı filanı kendisine elçi yapar? Allah' ın elçisinin melek olması gerek.
Peygamberler: Ey
akılsızlar! Size canla başla verdiğimiz nasihatler, sizin ancak azgınlığınızı
artırdı. Yazıklar olsun sizlere!
Seba
Halkı: İyi söylüyorsunuz ama Allah bizim gönlümüzü
kilitledi, biz ne yapalım. Kimse kaderimizi değiştiremez. Taşa yüzyıl boyunca
lal ol desen de yine taş olarak kalır.
Peygamberler: Evet,
Allah (c.c.) kurtulmaya imkân bulunmayan sıfatlar yaratmıştır, ama terk
edilmesi mümkün olan arız sıfatlar da vardır. Taşa altın ol demek beyhudedir,
ama toprağa balçık ol dersen bu yerindedir, toprak balçık olabilir. Körlük
gibi çaresiz hastalıklar var ama baş ağrısı gibi çaresi bulunan hastalıklar da
mevcuttur.
Seba
Halkı: Bu bizim derdimiz deva kabul etmez. Yıllarca bize
öğüt verdiniz, ama her an derdimiz arttı durdu.
Peygamberler: Ümitsizliğe
düşmeyin, Allah' ın ihsan ve rahmetinin sonu yoktur. Ümitsizlikten sonra nice
ümitler var, karanlığın ardında nice güneşler vardır.
Seba
Halkı: Siz bize uğursuz geldiniz. Hiçbir derdimiz yokken
bizi endişelere, meşakkatlere saldınız. Birlik bütünlük içinde bir
topluluktuk, sizin yüzünüzden aramıza yüzlerce ayrılık girdi, işiniz gücünüz kötüye
yormak, kötü haber, azap tehdidi. Bütün çabanız âlemi derde düşürmek.
Peygamberler: Kötüye
yoruş sizin ruhunuzda. Bir doktor size, "Koruk yemeyin, şöyle bir
hastalık verir" dese, "Neden kötüye yoruyorsun?" mu dersiniz?
Ardından bir yılan gitse, birisi de görüp haber verse, "Sus, beni
dertlendirme, bana keder verme!" mi dersiniz?
Bu hadiseden de
anlaşılacağı gibi insanoğlu nankör olmayı görsün. Ne söylenirse söylensin inkâr
etme özelliği her zaman iş başındadır. Bilir her şeyi ama gören gözleri görmez,
duyan kulakları işitmez ve konuşan dilleri konuşmaz olur...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder