Eyüp’ün daracık
sokaklarında gölgelerin arasında sessizce dolaşan bir adam vardı. Üstündeki
yıpranmış paltosu, sakallı yüzü ve derin bakışlarıyla herkesin dikkatini
çekiyordu. Kimdi bu adam? Neden bu kadar asil duruşlu bir insan sokaklarda
yaşıyordu?
Eyüp halkı onu yıllardır
görüyordu ama kimseyle konuşmuyordu. Dilencilik yapıyor ama sadece karnını
doyuracak kadar para alıyor ve fazlasını reddediyordu. Zamanla "Evsiz
Adam" diye anılmaya başlandı. Öyle ki, İstanbul’un dört bir yanında onun
hikâyesi konuşuluyordu.
Genç gazeteci Yusuf bu
gizemli adamın peşine düştü. Onu bulmak için günlerce Eyüp’ü arşınladı. En
sonunda bir çaycı çırağının dediğine göre adamı Pierre Loti’ye çıkan mezarlıkta
buldu. Necip Fazıl Kısakürek’in mezarı başında toprağı avucuna alıp tane tane
döküyordu. Sanki derdini toprağa anlatıyor gibiydi.
Yusuf sessizce yanına
oturdu. Konuşmaya çalıştı ama adam hiç cevap vermedi. Günler ve haftalar geçiyordu.
Yusuf onu takip etmekten vazgeçmedi. Her gün aynı rutini sabah Eyüp Sultan
Camii’nde dilenme, öğleden sonra mezarlıkta saatlerce oturma ve akşam ise
sahilde Haliç’i seyretme...
Bir gün Balat sahilinde
bankta otururken Yusuf ona yaklaştı. Kendi hikâyesini anlattı:
"Ben
de bir yetimim. Ailemi hiç tanımadım. Tek hatıram boynumdaki bu yarım
kolye..."
Evsiz adam gözlerini
Yusuf’a dikti. İlk kez bir tepki veriyordu. Ama sonra aniden başı öne düştü.
Bayılmıştı.
Ambulansla hastaneye
yetiştirildi. Doktor onu görünce şaşkınlıkla "Prof. Dr. Hamit
Bey!" diye haykırdı. Yusuf’un kalbi hızla çarptı. Doktor
anlatmaya başladı:
"Yıllar önce bir
trafik kazası geçirdi. Eşi öldü ve oğlu kayboldu. O günden sonra kendini
kaybetti. Sokaklarda yaşamaya başladı."
Yusuf doktorun verdiği
adrese koştu. Tozlu ve terk edilmiş bir ev... İçeri girdiğinde duvardaki aile
fotoğrafında bir çocuk gördü. Çocuğun boynundaki yarım kolye tıpkı kendisininki
gibiydi. Hemen kolyesini çıkardı ve fotoğraftakiyle birleştirdi. Mükemmel
bir uyum.
Sonra aynaya baktı.
Fotoğraftaki çocuğun boynundaki ben, aynen ondaydı.
"Bu benim... O benim
babam!"
Hastaneye koştu. Koşarken aklına binlerce soru üşüştü:
"Neden hiç konuşmadı? Beni tanıdı mı?
Keşke daha önce bulsaydım..."
Odaya girdiğinde babası
zor nefes alıyordu. Yusuf titreyen ellerle kolyeyi gösterdi:
"Baba... Ben senin
oğlunum."
Hamit Bey’in gözleri
doldu. Zorlukla konuştu:
"Canım...
oğlum..."
Ve son nefesini verdi.
Yusuf babasını bulduğu
anda kaybetmişti. Ama o an hayatında ilk kez "oğlum" kelimesini
duymanın tarifsiz hüznü ve mutluluğuyla kalakaldı.
Dışarıda Eyüp’ün
sokaklarında hüzünlü bir rüzgâr esiyordu. Sanki zaman yıllar önce kaybolan bir
babanın ve oğlun hikâyesine ağlıyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder