Boncuk gözlü, hilal kaşlı, kıvırcık saçlı ve ay yüzlü Meryem henüz dört yaşındayken hayatının en önemli anını yaşadı. İkindi vakti abisiyle oyun oynarken televizyondan yükselen ezan sesiyle irkildi. Ekranda Kabe imamı her milletten ve her tenden insanlara namaz kıldırıyordu. Kamera Kabe'ye yaklaştıkça minik yüreği heyecanla çarpmaya başladı.
"Abi o ne?"
diye sordu titrek bir sesle, parmağıyla ekranı göstererek.
"O bizim
kıblemiz güzel kardeşim. Adı Kabe'dir."
Bu sözlerle birlikte
içini sıcacık bir duygu kapladı. "Neden etrafında dönüyorlar?" diye
merakla sordu.
"Kâbe'nin
etrafında tavaf ediyorlar. Allah'ın evini ziyaret ediyorlar."
"İnşallah biz de
gideriz abi."
"İnşallah
kardeşim."
O günden sonra Kabe Meryem'in
kalbinde büyüyen bir aşka dönüştü. Boş vakitlerinde Mekke'nin sokaklarını ve tarihi
yerlerini araştırıyordu. Daha hiç gitmediği halde orayı kendi evi gibi
biliyordu.
Yıllar geçti ve Meryem büyüdü.
Üniversitede mimarlık eğitimi aldı ve mezun olur olmaz bir proje ofisinde
çalışmaya başladı. İlk maaşını aldığı gün çocukluk hayalini gerçekleştirmek
için para biriktirmeye başladı. Bir yıl boyunca kıt kanaat geçinerek, her
kuruşunu umre için ayırdı.
Nihayet beklenen gün geldi.
Pasaport ve vize işlemlerini tamamladı ardından biletini aldı. Ailesi onu
havaalanından dualarla uğurladı. Uçak kalkarken, pencereden İstanbul'un
ışıklarına bakarken gözleri doldu. "Sonunda gidiyorum…" diye
fısıldadı kendi kendine.
Mekke'ye ayak bastığında yılların
özlemi bir anda gözyaşlarına dönüştü. Kabe'yi ilk gördüğü an tüm bedeni
titredi. O muazzam siyah örtülü kubbe hayallerinde canlandırdığından çok daha
heybetliydi. İlk tavafını yaparken her adımda yeni bir duygu keşfetti. Sanki
tüm hayatı boyunca aradığı huzuru nihayet bulmuştu.
Ancak bu kutlu yolculuk
beklenmedik bir imtihana dönüştü. Yola çıkmadan önce yakalandığı soğuk
algınlığı zamanla Mekke'nin kavurucu sıcağında zatürreye dönüştü. Doktorlar
dinlenmesini ve hatta acilen dönmesini söyledi. Ama Meryem; "Ben buraya
ölmeye değil, yaşamaya geldim…" diyerek tavaf etmeye devam etti.
Her adımı acı veriyor ve nefes
almak gittikçe zorlaşıyordu. Ama Kabe'nin etrafında dönerken tüm acılar
unutuluyordu. Bir gün Mescid-i Haram'ın avlusunda yere yığıldı. Yanındakiler
hemen hastaneye yetiştirdi.
Doktor muayenesinden sonra
yüzleri asıktı: "Hastalığı zatürreye dönüşmüş. Ciğerleri çok zayıf düşmüş.
Dinlenmesi gerekiyor."
Ama Meryem dinlemedi. Mekke ve
Medine sokaklarında hasta haliyle gezmeye devam etti. Her gün biraz daha
kötüleşiyor ama ibadetlerini asla aksatmıyordu. Arkadaşları onu ikna etmeye
çalıştı:
"Lütfen kendine
iyi bak. Geri dönmelisin."
"Benim için en büyük iyilik
burada olmaktır…" diye yanıt verdi Meryem. Yüzündeki huzur dolu ifadesi
herkesi şaşırtıyordu.
Dönüş vakti geldiğinde uçak
İstanbul'a inerken gözleri hala kutsal topraklardaydı. Ailesine kavuştuğu anda
yığılıp kaldı. Hastaneye kaldırıldığında durumu kritikti. Doktorlar annesini
bir kenara çekti:
"Teyzeciğim,
kızınızın ciğerleri bitmek üzere. Keşke daha erken getirseydiniz."
Annesi içten içe yıkıldı ama
Meryem'e belli etmedi. Hastane odasında kızının başında beklerken Meryem elini
tuttu:
"Anne, üzülme.
Ben Rabbime kavuşuyorum. Kâbe'yi gördüm artık hiçbir şey için üzülmeye
değmez."
41. günün şafağında kelime-i
şehadet getirerek gözlerini kapadı. Dudaklarında son bir gülümseme vardı.
İmam cemaate dönüp şöyle dedi:
"Kim Allah yolunda ölürse bilin ki o aslında diridir."
Meryem'in hikayesi orada bir
efsaneye dönüştü. Kâbe'ye olan aşkı ölümün bile söndüremediği bir meşale oldu.
Geride iman dolu bir ömür ve bitmeyen bir ilham bıraktı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder